Lozan'a Giden Yol - 5
- Ünal Somuncu

- 22 Tem 2020
- 8 dakikada okunur
Güncelleme tarihi: 24 Tem 2020
ZAFERE DOĞRU

Kuvay-ı Milliye (Ulusal Güçler) Mondros Mütarekesi’ne aykırı davranmıyor görünmek için başlangıçta başvurulmuş bir çareydi. Buna ilaveten 1911 yılından beri süregelen savaş durumunun halkta yarattığı bıkkınlık nedeniyle asker toplamak da zor görünüyordu. Anımsanacağı gibi, Kuvay-ı Milliye gönüllülük esasına dayanıyordu. Bazı yerlerde bu birliklere katılanlara ücret de ödeniyordu. Daha önce değinildiği gibi, özellikle iç savaşta Padişah ve Halife yanlısı ayaklanmaların bastırılmasında TBMM Hükümeti’ni muzaffer kılan, düzenli ordudan çok Kuvay-ı Milliye olmuştur. Fakat Yunan istilasının Doğu Trakya ve Batı Anadolu’ya yayılması karşısında bu güçler başarısızlığa uğramıştır. Bu gelişme, zorunlu askere alma yoluna gidilerek düzenli ordu kurulmasını ve onun kısa zamanda savaş gücü kazanmasını gerekli kılmıştır.
24 Haziran 1920’de Batı Cephesi kurulmuştur. Cephe Komutanı Ali Fuat (Cebesoy) Paşa’nın Sovyetler Birliği’ne Elçi olarak atanması üzerine 8 Kasım 1920’de bu göreve Albay İsmet (İnönü) getirilmiştir. Düzenli ordu güçlendirilirken, Kuvay-ı Milliye birliklerinin de içine katılması için gayret sarf edilmiştir. Bazı katılımlara rağmen Demirci Mehmet Efe ve Çerkez Ethem bu girişime karşı çıkmışlardır. Demirci, 11 Aralık 1920’de Refet Paşa komutasındaki askeri birliğe yenilmiştir. Çerkez Ethem’in üzerine gönderilen düzenli ordu birlikleri 5 Ocak 1921’de Kuvay-ı Seyyare’nin karargâhının bulunduğu Gediz’e girmiş ve bu gücü dağıtmışlardır; mağlubiyet üzerine Ethem Yunanlar’a sığınmıştır.
Düzenli ordu ilk başarısını Doğu Anadolu’da kazanmıştır. Hatırlanacağı gibi, bu bölgede, Mondros Mütarekesi döneminde savaş gücünü yitirmemiş olan Kazım (Karabekir) Paşa komutasındaki 15. Kolordu bulunuyordu. İç savaştan ve Yunan istilasından yararlanmak isteyen Ermenistan, 24 Eylül 1920’de geniş çapta bir saldırıya geçmiştir. 15. Kolordu Ermeni saldırısını durdurduğu gibi, Ermeni işgali altındaki yerleri de geri almıştır. Ermenistan barış istemek zorunda kalmış ve 3 Aralık 1920’de Gümrü Antlaşması yapılmıştır. Bu antlaşmayla Oltu, Sarıkamış ve Kars Türkiye’ye geri verilmiş ve Ermenistan Sevr Barış Antlaşmasını tanımadığını kabul etmek zorunda kalmıştır.
TBMM Hükümeti’ni Sevr Barış Antlaşması’nı kabule zorlamak için İngiltere Yunanistan’ı Anadolu’da yeni bir askerî harekâta teşvik etmiştir. Çerkez Ethem’e karşı yürütülen bastırma harekâtından hemen sonra 6-10 Ocak 1921 tarihlerinde Eskişehir’e doğru ilerleyen Yunan orduları İnönü mevkiinde Türk ordusuyla karşılaşmıştır. Yunan kuvvetleri asker sayısı ve savaş donanımı bakımından üstün olmasına rağmen yenilmiş ve geri çekilmek zorunda kalmıştır. 1. İnönü zaferi üzerine Batı Cephesi Komutanı İsmet (İnönü) Generalliğe terfi ettirilmiştir. Mustafa Kemal’in İsmet Paşa’yı “siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters giden talihini de yendiniz” cümlesiyle kutlaması belleklerdedir sanırız. Bu zafer TBMM Hükümeti’nin dış ilişkilerinde önemli gelişmelere yol açmıştır. Mustafa Kemal ve Lenin bir süredir mektuplaşıyorlardı. Daha önce 3 Haziran 1920’de Misak-ı Milli’yi kabul ettiğini bildiren Sovyetler Birliği ile 16 Mart 1921’de Moskova’da Dostluk ve Kardeşlik Antlaşması imzalanmıştır. Bu antlaşmayla Türkiye ve Sovyetler Birliği sınırı belirlenmiştir (Batum SSCB’ye bırakılmıştır). Sovyetler Birliği’nin Türkiye’ye para ve savaş malzemesi yardımı yapması kararlaştırılmıştır. Burada söz konusu edilen sınır, 13 Ekim 1921’de Ermenistan, Gürcistan ve Azerbaycan ile yapılan Kars Antlaşmasıyla da onaylanmıştır.
Sovyetler Birliği ile yapılan antlaşma, TBMM Hükümeti’nin bir büyük Devletle imzaladığı ilk uluslararası bağıttır ve önemli hükümler içermektedir. Antlaşmanın 1. Maddesi, “… Türkiye terimi ile 28 Ocak 1920 günü İstanbul’da toplanan Mebusan Meclisi tarafından düzenlenip tüm Devletlere ve basına bildirilen Misak-ı Milli’nin kapsadığı topraklar anlaşılmaktadır…” hükmü ile ilk kez bir büyük Devlet Misak-ı Milli’yi tanımış oluyordu. 5. Madde, “Boğazların tüm ulusların ticaretine açılması ve geçiş özgürlüğünün sağlanması için, Bağıtlı Taraflar, Karadeniz ve Boğazların bağlı olacağı rejimin kesin biçimde hazırlanması işinin, kıyı Devletlerinin temsilcilerinden (oluşacak) bir Konferansa bırakılmasını uygun bulurlar. … bu Konferansta alınacak kararların Türkiye’nin salt egemenliğine ve Türkiye ile onun başkenti olan İstanbul’un güvenliğine hiçbir zarar getirmemesi gerekir.” 6. Madde hükmüyle, Türkiye, Çarlık Rusyası’na olan borçlarından kurtulmuştur. 7. Madde ile Türkiye’deki kapitülasyonlar rejiminin ulusal egemenlik kavramıyla bağdaşmayacağı hükme bağlanmıştır.
TBMM Heyeti ile aynı zamanda Moskova’da bulunan Afganistan Kralı Amanullah Han ile de 1 Mart 1921’de Türk-Afgan Dostluk Antlaşması imzalanmıştır. Böylece Sovyetler Birliği’nden sonra Afganistan da TBMM Hükümeti’ni tanımış oluyordu.
1.İnönü savaşından sonra TBMM, uzun ve hararetli tartışmalar sonunda 20 Ocak 1921’de “Teşkilat-ı Esasiye Kanununu” ( Anayasa) kabul etmiştir. Bu kanun, “egemenlik kayıtsız şartsız milletindir; yönetim tarzı halkın kaderini aracısız ve bilfiil idare etmesi esasına dayalıdır” ilkesini koyduktan sonra “yürütme erkine ve yasama yetkisine sahip olan ve milletin yegâne ve gerçek temsilcisi olan Büyük Millet Meclisi” diyerek TBMM’nin konumunu belirlemiştir. Bu gelişme yeni Devletin kurulması sürecinde çok önemli bir aşama olmuştur.
Sevr’de ölçüyü kaçırdıklarını fark ettikleri anlaşılan İtilaf Devletleri İstanbul ve TBMM Hükümetlerini ayrı ayrı bir konferansa davet etmişlerdir. 23 Şubat 1921’de Londra’da toplanan Konferanstan bir sonuç çıkmamıştır. Toplantıyı düzenleyenlerin Sevr Barış Antlaşması’nı esas aldıkları ve onun ağır hükümlerinde bazı hafifletici öneriler yaptıkları görülmüştür. Konferans bir sonuca ulaşamadan 11 Mart 1921’de dağılmıştır. Böyle olmakla birlikte, TBMM Hükümeti’nin tanınmış olması kuşkusuz bir başarıydı.
Savaş hevesi süren ve Ankara’ya yürüyebileceklerini düşünen Yunan ordusu İnönü’deki Türk mevzilerine 31 Mart 1921’de tekrar saldırmış, fakat 1 Nisan 1921’de yenilerek geri çekilmişlerdir. 2. İnönü de Türk ordusunun zaferiyle sonuçlanmıştır.
Yeni zafer üzerine İtalyanlar Mayıs 1921’de Marmaris’ten ve Temmuz 1921’de Antalya’dan çekilmişlerdir. Fransızlar da Haziran 1921’de Zonguldak’ı boşaltmışlardır.
Yunan ordusu bütün gücünü toplayarak 10 Temmuz 1921’de büyük bir saldırıya geçmiştir. Türk ordusu Eskişehir ve Kütahya’da yenilerek geri çekilmeye başlamıştır. Mustafa Kemal’in uygun görmesi üzerine geri çekilme Sakarya Nehri’nin doğusuna kadar sürmüştür. 25 Temmuz 1921’de Türk ordusu burada mevzilenmeye başlamıştır. Eskişehir, Kütahya ve Afyon Yunanistan tarafından işgal edilmiştir. Bu yenilgi ve geri çekilme Ankara’da kızgınlık ve kısa süreli panik yaratmıştır. Bir ara Devlet dairelerinin Kayseri’ye taşınması düşünülmüştür. Mustafa Kemal’in ordunun başına geçmesini isteyen TBMM 5 Ağustos 1921’de kendisini Başkumandan seçmiş ve 3 ay süreyle yetkilerini devretmiştir. Anımsanacağı gibi, Başkumandanlık yetkileri Büyük Taarruz’a kadar aynı süreyle birkaç kez yenilenmiştir. Bu yetkiyi alan Mustafa Kemal, 7 ve 8 Ağustos 1921’de olağanüstü seferberlik niteliğinde olan Tekalif-i Milliye (ulusal yükümlülükler) Emirlerini yayımlamıştır. Buna göre, her aile birer takım çamaşır, birer çift çorap ve çarık verecekti, besin maddelerinin yüzde kırkını, silah ve cephanenin tümünü ve taşıt ve binek hayvanlarının yüzde yirmisini bedeli sonra ödenmek üzere teslim edecekti. (Kurtuluştan sonra anılan bedeller son kuruşuna kadar ödenmiştir.) Bu işi her ilçede kurulan Tekalif-i Milliye Komisyonları örgütlemiş ve yürütmüştür.
23 Ağustos 1921’de iki ordu yaklaşık 100 km. uzunluğundaki bir cephede çarpışmaya başlamışlardır. Subay ve süvari sayısı dışında her bakımdan daha güçlü olan Yunan ordusuna karşı, Başkumandan, ölünceye kadar savaşılmasını öngören meşhur tarihi “Hattı müdafaa yoktur, sathı müdafaa vardır (Savunma çizgisi yoktur, savunma yüzeyi vardır). O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı vatandaşın kanıyla sulanmadıkça terk olunamaz.” emrini vermiştir. 22 gün ve 22 gece süren Sakarya Meydan Savaşı’nda yenilen Yunan ordusu çekilmek zorunda kalmıştır. Yorgun düşen Türk ordusu bir takip harekâtına girişememiştir. TBMM Mustafa Kemal’e “Gazi” unvanı ve mareşallik rütbesini vermiştir.
Zafer siyasi sonuçlarını vermekte de gecikmemiştir. 1921 yılı Haziran ayı başından beri Fransa Temsilcisi olarak Ankara’da bulunan Fransız Senatosu Dışişleri Komisyonu Başkanı Franklin Bouillon ile 20 Ekim 1921’de Ankara İtilafnamesi imzalanmıştır. Buna göre Fransa, Hatay dışında, güney Anadolu’da Suriye ile olan bugünkü sınırları tanımıştır. Hatay’a Türk haklarını gözeten özel bir statü vermeyi yükümlenmiştir. Böylece güneyde Fransa ile barış yapılmış oluyordu. Fransızlar kısa sürede işgal ettikleri yerleri boşaltmışlar ve TBMM Hükümeti’ne silah sağlamaya başlamışlardır. Bu anlaşma İngiliz-Fransız ittifakını fiilen çatlatmıştır.
Askeri dehasını, teşkilatçılığını, Devlet kurma yeteneğini ve üstün politikacı kimliğini birçok kez kanıtlamış bulunan Mustafa Kemal, Batılı Devletlere karşı yapılan kurtuluş savaşının Batı’dan kopma sonucu doğurmayacağını çok ince taktikler uygulayarak ve belli bir denge gözeterek göstermiştir. Batı’ya karşı Sovyetler Birliği’nin desteğini sağlarken, işgalci Batılı Devletler arasındaki çatışmalardan da sonuna kadar yararlanmıştır. Uyguladığı dâhice diplomasiyle Batı bloğunu bölmeyi ve İngiltere’yi Anadolu’da Yunanistan’la baş başa bırakmayı başarmıştır. Dış ilişkilerde gerçekçiliği elden bırakmamış ve nerede durması gerektiğini bilmiştir.

Sakarya zaferini izleyen dönemde Yunan ordularını Anadolu ve Trakya’dan çıkarmak ve Misak-ı Milli esaslarına uygun barış yapmak için sonuç alınamayan bazı girişimlerde bulunulmuştur. Öte yandan, Afyon ve Eskişehir’de güçlü tahkimat yaparak savunmaya geçen Yunan ordusuna son darbeyi indirecek hazırlıklar da sürdürülmüştür. Batı Cephesi’ne Doğu ve Güney’den asker ve malzeme kaydırılmış, zorunlu askere alma işlemlerine devam edilmiş ve Sovyetler Birliği, Fransa, İtalya ve başka kaynaklardan silah ve cephane sağlanmıştır. Demiryolu ve karayolunun eksikliği nedeniyle savaş donanımı uzun mesafelerde kağnılar, yük hayvanları ve insan sırtında taşınmıştır. 1922 yılı Haziran ayının ortalarında Başkumandan saldırı emrini vermiştir. Büyük gizlilik içinde Türk ordusunun büyük kısmı Afyon’un güneyinde toplanmıştır. Burada bir imha muhaberesi yapılması ve Yunan ordusunun savaşamayacak duruma getirilmesi planlanmıştır. Bu başarıldığı takdirde Doğu Trakya’nın kurtarılması kolaylaşacaktır. Anımsanacağı gibi, 26 Ağustos sabahı saldırı başlamıştır. 30 Ağustos’ta Dumlupınar’da Başkumandanlık Meydan Muharebesi’nde Yunan kuvvetlerine imha edici darbe vurulmuştur. Bozguna uğrayarak kaçan Yunan askeri birliklerinin toparlanmasına olanak vermemek için Gazi Mareşal Mustafa Kemal unutulmayacak, “Ordular, ilk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” komutuyla Türk ordusunun üç koldan ve hızla İzmir’e ilerlemesi emrini vermiştir. Yunan Başkumandanı General Trikopis ve kurmay heyeti de esir alınmıştır. 9 Eylül’de İzmir ve 10 Eylül’de Bursa işgalden kurtarılmıştır. Yunan ordusu birçok Rum ile birlikte İzmir’den, Bandırma’dan ve Çeşme’den gemilerle kaçmıştır.
Türk askeri birlikleri Çanakkale’ye yaklaşırken oradaki İngiliz işgal kuvvetlerinin savaş hazırlığına başladığı gözlemlenmiştir. İngiltere’nin çatışma niyetini sezen Fransız ve İtalyan birlikleri 19 Eylül 1922’de Gelibolu’ya çekilmişlerdir. İngiltere askeri birliklerinin bulunduğu hattın ötesinde belirlediği bir bölgeye Türk askeri girdiği takdirde ateş açılacağını duyurmuştur. Namluları yere bakar biçimde tüfeklerini omuzlarına asan bir Türk süvari birliği, çatışma amacında olmadığını göstererek, bu bölgeye girmiştir. Bu birliğin savaşma niyetinde olmadığını sezen oradaki İngiliz Generali de Hükümetinden aldığı emre uymayarak ateş açtırmamıştır. Bu sıralarda Sovyetler Birliği İtilaf Devletleri’ne bir nota vererek, büyük Devletlerin Türk-Yunan savaşına karışmaları durumunda Avrupa’da yeni sarsıntılar olabileceği hususunda uyarıda bulunmuştur. Fransa da bunalımın barışçı biçimde çözülmesi için uğraşmıştır. Bu uğraşılar sonunda, 23 Eylül 1922’de İtilaf Devletleri mütareke (silah bırakışması) yapıldıktan sonra bir barış konferansı toplanmasını önermişlerdir.
MUDANYA SİLAH BIRAKIŞMASI

Çanakkale bunalımının iki tarafın soğukkanlı davranışı sonucu atlatılmasının ve Edirne’nin Türkiye’de kalması hususunda Fransa’nın İngiltere’yi ikna etmesinin ardından, silah bırakışma konferansı 3 Ekim 1922’de Mudanya’da toplanmıştır. Kurtuluş Savaşı’nın asıl tarafları olarak görüşmeler ve sözleşme bir yanda Türkiye (İsmet Paşa) ile diğer yanda İngiltere (General Harrington), Fransa (General Charpy) ve İtalya (General Monbelli) arasında yapılmıştır. Türk tarafı Edirne ve Meriç dahil olmak üzere Yunanistan’ın Doğu Trakya’yı boşaltmasını ve bölgenin 20 gün içinde TBMM Hükümeti’ne teslim edilmesini, eğer geçici olarak tarafsız güçlere bırakılacaksa güvence verilmesini istemiştir. İtilaf Devletleri ise boşaltmayı kabul etmekle birlikte, Meriç’in doğusuna İtilaf birliklerinin yerleştirilmesinde diretmişlerdir. Birkaç kez kesilmiş olan görüşmeler Fransa’nın İngiltere’yi ikna etmesi üzerine 11 Ekim 1922’de sözleşmenin imzalanmasıyla sonuçlanmıştır. Yunan temsilcisi metni sonra imzalamıştır.
Mudanya Silah Bırakışması Sözleşmesi 1918 Mondros Mütarekesi’nin yerine geçmiş ve Türk-Yunan savaşını sona erdirmiştir. Doğu Trakya’nın Yunan askeri kuvvetleri tarafından boşaltılması 25 Kasım 1922’de tamamlanmıştır. İstanbul ve Boğazlar Bölgesi’nin tahliyesi ise, Barış Antlaşması’nın akdedilmesi koşuluna bağlandığı için Ekim 1923’te gerçekleşebilmiştir. Sözleşmenin bazı hükümleri şöyledir:
-Madde 1: İşbu Sözleşmenin yürürlüğe girmesi üzerine Türk ve Yunan silahlı kuvvetleri arasında çarpışmalar duracaktır.
-Madde 2: Yunan kuvvetleri Ege Denizi ağzından Trakya ile Bulgaristan sınırının kesiştiği yere kadar Meriç’in sol kıyısına çekilecektir.
-Madde 3: Barış yapılıncaya kadar, olası her türlü karışıklıkların önüne geçmek için Meriç’in sağ kıyısı, Karaağaç ile birlikte, Müttefik birliklerince işgal edilecektir.
-Madde 5: Doğu Trakya’nın Yunan Kuvvetlerince boşaltılması işbu Sözleşmenin yürürlüğe girmesi üzerine başlayacak ve on beş günlük bir süre içinde gerçekleştirilecektir.
-Madde 9: Doğu Trakya’yı Müttefik Kuvvetleri işgal edecektir. Bu kuvvetler çekilme ve el değiştirme işlemleri sırasında düzenin korunmasını sağlayacaktır.
Boşaltma ve çekilmenin sona ermesinden itibaren otuz gün içinde Yunan memurlarının Doğu Trakya’da mülki yönetimi Müttefik Devlet memurları aracılığıyla TBMM Hükümeti memurlarına devir ve teslim edeceklerdir.
-Madde 11 ile TBMM Hükümetinin barış konferansının sonuna kadar Marmara’nın güneyinde geçmemeyi yükümlendiği çizgiyi belirlemektedir.
-Madde 12: Müttefik Devletler kuvvetleri şimdi bulundukları topraklarda kalacaklardır. Bu topraklara TBMM Hükümeti Barış Konferansının kararlarına değin saygılı olmayı üstlenecektir.
-Madde 13: TBMM Hükümeti Barış Antlaşmasının onaylanmasına değin Doğu Trakya’ya kuvvet geçirmemeyi, orada bir ordu toplamamayı ve bulundurmamayı yükümlenecektir. Barış yapılıncaya kadar bu bölgede TBMM Hükümeti’nin bulundurulabileceği jandarma sayısı sekiz bin olacaktır.
SALTANATIN KALDIRILMASI
Mudanya Silah Bırakışması Sözleşmesi’nin imzalanmasından bir hafta sonra İngiltere, Fransa ve İtalya Ankara ve İstanbul Hükümetleri’ni “Doğu’ya kesin bir barış getirme amacıyla” Lozan’da barış görüşmelerine davet ettiler. Ankara Hükümeti, işgal altında bulunan ve Kurtuluş Savaşı’nı ezmek için Anadolu’ya askeri güç göndermiş bir İstanbul Hükümeti’nin Türkiye’yi hiçbir zaman temsil edemeyeceğini işin başından beri savunagelmişti. Çağrıdan cesaret alan Sadrazam Tevfik Paşa’nın Ankara’ya başvurarak konferans için iş birliği önermesi, TBMM’ni öfkelendirdi. Bir siyaset ve zamanlama ustası olan Gazi Mustafa Kemal, çifte davetiyeye karşı doğan tepkinin rüzgârından yararlanarak bir hamlede monarşiyi yıktı. TBMM’ne sunulan iki maddelik yasa önerisi 1 Kasım 1922’de kabul edilerek “saltanat kaldırılmıştır” terimi kullanılmadan saltanata son verildi. Yasanın 1. Maddesinde “… Türkiye halkı, (…) ulusal egemenliğe dayanmayan hiçbir kuvvet ve heyeti tanımamaya karar verdiğinden ötürü, Misak-ı Milli sınırları içinde TBMM Hükümeti’nden başka hükümet şekli tanımaz. Dolayısıyla Türkiye halkı, kişisel egemenliğe dayanan İstanbul’daki hükümet biçimini, 16 Mart 1920’den başlayarak ve sonsuza dek tarihe geçmiş saymıştır.” 2. Madde Halife’nin Osmanlı hanedanı arasından TBMM tarafından seçileceğini amirdi.
Bunun üzerine İstanbul Hükümeti istifa etti. Padişah Vahdeddin, herhalde hayatını tehlikede gördüğünden, İngiltere’ye iltica ettiğini 16 Kasım 1922’de General Harrington’a bildirdi ve ertesi sabah Malaya adlı İngiliz zırhlısıyla Türkiye’den ayrıldı. Ertesi gün TBMM Veliaht Abdülmecit Efendi’yi Halife seçti.






Yorumlar